Skip links

Kalıpların Dışında Bir Yazar: Virgina Woolf

“İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne bir sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı.”

Edebiyat dünyasında kadınların sesinin ne kadar yüksek olduğunu daha önce fark etmiş miydiniz? Dünyada ve ülkemizde kadın yazarların, şairlerin çokluğu hakkında hiç konuşmadık. Her ne kadar geçmişte erkek egemen bir toplum yapısı var olsa da dünya genelinde kalemiyle okuyucuların kalbine dokunan, toplumsal konulara parmak basabilmek için romanlar, şiirler yazmış birçok kadın yazarımız ve şairimiz var. Biz de bu seride dünyadaki tüm kız kardeşlerimize hem rol model hem umut ışığı olmuş kadın yazarlarımızdan ve şairlerimizden bahsetmek istiyoruz. Bu seride bizimle misiniz?

Öyleyse ilk kadın yazarımız Virginia Woolf ile başlayalım!

Birçoğumuz onu yazar kimliğiyle tanısak da kendisi aynı zamanda feminizmin kıymetli öncülerinden biridir. Virginia Woolf, 25 Ocak 1882 tarihinde İngiltere’de dünyaya gelir. Annesinin ve babasının ikinci evlilikleri olduğu için 5 üvey kardeşi vardır. Virginia Woolf, 13 yaşına geldiğinde annesinin ölümü ile büyük bir kayıp yaşadıktan sonra annesinin yerine koyduğu üvey ablasını da kaybeder ve büyük bir üzüntü yaşamaya başlar.

Babası Sir Leslie Stephen, kendi döneminin tanınmış yazarlarındandır. Woolf, o yıllarda kadınların ikinci planda kalması nedeniyle okula gidememiş ancak babasının desteği ile kendini geliştirmiştir. Daha o zamanlarda edebiyata ilgisi başlayan Woolf bu ilgisi sebebiyle yazar olmaya karar verir. Babasının kütüphanesinde vakit geçirip kendini geliştirmeye çalışır ve 1895 yılında bir gazetede kısa öykülerini yayımlatmaya başlar.

1904 yılında babasını kaybedince kardeşleriyle Bloomsbury’e taşınır. Ünlü edebiyatçıların da olduğu özgürlükçü Bloomsbury grubu, Virginia Woolf’un hayatında önemli bir yer edinir. Virginia Woolf 1912 yılında Bloomsbury grubunda tanıştığı Leonard Woolf ile evlenir. Leonard Woolf eşine bir basımevi kurmuştur ve bu da Virginia Woolf’un yazdığı kitaplarının yayınlanmasını kolaylaştırmıştır. 1905 yılında profesyonel olarak yazmaya başlayan Virginia Woolf’un ilk kitabı Dışa Yolculuk 1915’te yayınlanır. Dışa Yolculuk’un yazımı çok uzun sürmekle birlikte bir yıl içinde üç kez baştan yazılmıştır.

İkinci eseri olan Gece ve Gündüz, Virginia Woolf’un bilinç akışı tekniğini kullanarak klasik gerçekçi üslupla kaleme aldığı bir eserdir. Olay örgüsü ve mekan betimlemeleri ile döneminden izler taşımasıyla dikkat çekiyor. Gece ve Gündüz romanında geçen şu cümlelerde Virginia Woolf’un aşk hakkındaki fikirlerini açıkça görebiliyoruz:Sen gelip beni çiçeklerin, resimlerin arasında görüyorsun; beni gizemli, duygu dolu sanıyorsun. Sen kendin de çok deneyimsiz, çok tutkulu olduğun için eve gidip benim üzerime bir öykü uyduruyorsun, şimdi de hayalini kurduğun kişiden beni ayıramıyorsun. Galiba buna da aşık olmak diyorsun. Gerçekten bu, sanrılar içinde olmak. Bütün duygusallar birbirine benziyor.”

Roman, I. Dünya Savaşı öncesi Londra’da geçer. Woolf, dönemin fikir ve ruh dünyasını mizahî ancak sıcak ve insanî bir dille anlatır. Kadın hakları, sınıfsal farklılık, aşk, evlilik ve özgürlük gibi meseleleri; karakterlerinin yaşamları, mücadeleleri, umutları ve acıları ekseninde tartışıyor. Gece ve Gündüz, Katharine, Mary ve Ralph’in hakikat arayışlarında tanık olduğumuz modern insanın yazgısı, bir başkasını anlama çabası üzerine duygulu ve derin bir metin.

1929 yılında Kendine Ait Bir Oda feminist hareketin kitabı olarak kabul edilir. Kadın hareketinin elinden bırakmadığı önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’a ait en çok bilinen kitaplarından biridir. Konusu ise kadının edebiyat dünyasındaki varlığı olan bu kitap, dönemine çağdaş bir bakış açısı sunar. Hatta genç kızların okuyup ders çıkarması gereken bir eserdir de diyebiliriz. Kendine Ait Bir Oda romanından şu cümleler de kitabın ana fikrini çok güzel özetlemektedir: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” Bir kadının kendiyle baş başa kalıp düşünebileceği bir ortamı olması ne kadar da önemli değil mi?

Perde Arası romanı, Woolf’un ölmeden önce yazmaya başladığı son romandır. Romanı yazdığı süreç içerisinde artık kendini yeterince yetenekli ve yaratıcı hissetmemeye başlar. Her gün yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiştir. 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir. Peki ya siz en büyük tutkunuzdan ya da hayalinizden koptuğunuzda, kendinize karşı inancınız gittiğinde ve başarısız olacağınızı hissettiğinizde ne yapardınız?

Virginia Woolf’un diğer eserleri Pazartesi ya da Salı, Dalgalar, Jacob’un Odası, Mrs. Dalloway, Deniz Feneri, Orlando: Bir Yaşamöyküsü, Yıllar, Londra Mezarları, Flush, Bir Köpeğin Romanı, Üç Gine, Perde Arası’dır. Ayrıca Woolf’un ölümünün ardından eşi Leonard Woolf tarafından derlenen ‘’Bir Yazarın Günlüğü’’ isimli bir eseri de bulunmaktadır. Kitaplarının kapaklarında kardeşi Vanessa Bell’in resimleri de vardır. Woolf,  feminist hareketin en önemli kişilerinden biri olarak tarihe geçmiştir ve roman türünün gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Yazımızı Woolf’un çok sevdiğimiz şu sözüyle noktalayalım:

“Kadınlar erkekler gibi yazıp erkeklere benzerlerse çok yazık olur çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında iki cins bile yetersiz kalırken yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine farklılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?”.

Erkek egemen toplum yapısı sebebiyle yıllardır kadınlar gerek eğitim konusunda gerek daha pek çok konuda maalesef ki kısıtlanmıştır. Daha adil ve daha iyi bir dünya için eğitim hakkının herkese eşit şekilde ulaşması gerekir. Bu da iki cinsin de güçlü yönlerinin ortaya çıkarılıp hayatta özgürce yaşam sürebilmesiyle mümkündür. Virginia Woolf’ da kitapları ile aslında bu sorunların nasıl çözebileceğine ışık tutmuştur.

Meryem DAĞ & Nazlıcan GÜVENOĞLU

Leave a comment