
Sıradışı Bir Şair: Han Kang
Duyguların derinliklerinde kaybolmaya hazır olun; bu satırlar, edebiyatın dönüştürücü gücünü keşfetmeye çağırıyor.
“Kendi hayatını kendisi değiştiren insanlar vardır. Diğer insanların seçmesi zor şeyleri tereddütsüz seçip ellerinden gelenin en iyisini yaparak sonucunun sorumluluğunu üstlenenler var. Bu yüzden ileride hangi yola çıkarlarsa çıksınlar çevresindekileri şaşırtmayan insanlar…”
Edebiyat dünyasında kadınların sesini, kalemini ve eşsiz kitaplarını daha yakından incelemek istediğimiz serimizin ikinci bölümüne hoş geldiniz! Bugün kendisi hakkında konuşmak istediğimiz, yazdıkları ile edebiyata ses getiren 2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi kadın yazarımız Han Kang’ı gelin hep birlikte yakından tanıyalım!
1970 yılında Güney Kore’nin Gwangju şehrinde dünyaya gelen Han Kang, Kore’de eğitim kalitesi açısından en iyi üniversitelerinden biri olan Yonsei Üniversitesinde Kore Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yazarlık kariyerine ise 1993 yılında kısa öykü ve şiirleriyle başlayan Kang, o zamandan itibaren romanları ve denemeleriyle dikkat çekici bir bilinirliğe, üne sahip oldu.
Han Kang, kaleme aldığı eserlerinde insan doğası ve toplumsal baskılar gibi temaları işliyor. Kendine has minimalist bir üslup kullanması ile beraber eserlerindeki duygusal derinlik hissedilmektedir. Etkileyici anlatımı ve farklı bakış açısıyla yazdığı eserler edebiyat dünyasına ses getiriyor.
Kısa öyküleri, romanları ve şiirleri de olan Han Kang, Red Anchor isimli kitabı ile Shinmun Edebiyat Yarışması’nı kazanarak romancılık hayatına başladı. Yazarın dünya çapında en çok dikkat çeken romanı, bir kadının et yemeyi bırakma kararıyla ve yıkıcı sonuçlarıyla ilgili Vejetaryen’dir. Buna ek olarak Gwangju ayaklanmasını anlattığı Çocuk Geliyor ve Beyaz Kitap eserleri de Türkçeye çevrildi.
Sizlere yazarın çok okunan kitaplarından biri olan Vejetaryen isimli romanından biraz bahsetmek istiyorum. Romanımızda ana karakterimiz Yonghe ve eşinin hayatları gayet sıradandır. Evliliğin tekdüzeliğinden normal bir yaşam süren çiftlerdir ta ki Yonghe, ansızın rüyalar görmeye ve vejetaryen olmaya karar verene kadar. Yonghe, o günden sonra evdeki tüm et ürünlerini bir torbaya doldurur. O hafta eşi, iş yerine ilk kez ütüsüz bir gömlekle gider çünkü bunlar ana karakterimiz için değişimin başlangıcıdır. Bu kitapta çok hoşuma giden şu cümleyi sizinle paylaşmak isterim: “O an anladım ki bir şeyler çoktan değişmişti. Geri dönüşü olmayan bir yoldaydım. O yolda ilerlerken her adımda daha fazla kayboluyordum ama bu kayboluş bana huzur veriyordu. Kendimi özgür hissediyordum. Her şeyden ve herkesten uzaklaştıkça daha çok ben oluyordum.” Bazen kalıplara uygun yaşamak ya da toplum tarafından kabul görebilmek için kendi benliğimizi sınırlıyoruz ve yalnız kalmamak uğruna kendimize yabancılaşıyoruz. Aslında Han Kang’ın da dediği gibi gerektiği anda insanlardan uzak durmak ve kendimizi ait hissetmediğimiz her şeyden uzaklaşıp kendimize dönmek bizi daha özgür hissettirecek.
Birçok ödüle de sahip olan Kang, “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan hayatının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel düzyazısı” ile 2024 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen ilk Güney Koreli yazar ve ilk Asyalı kadın yazar oldu. Bu gururu hissetmek tarif edilemez bir mutluluk.
“Dalgalar her dağıldığında göz kamaştırıcı derecede beyazdır. Uzak denizin sakin suları, sayısız balık buna benzer. Orada binlerce, milyonlarca parıltı vardır. Binlerce milyonlarca debeleniş oradadır ama hiçbir şey ebedi değildir.” Beyaz Kitap adlı eserine ait bu alıntı betimlemeleriyle çok farklı hisler uyandırdı. Bu cümlelerde dalgalar yaşadığımız hayatı ve balıklar da biz insanları temsil ediyor. Sanki yazarımız, dalgalar ve dünya arasında bir benzetme yapmış gibi. Sizce parıltılar ve dalgalar nasıl bir anlam ifade ediyor olabilir?
Yaşadığımız hayata dışarıdan bakan insanlar, her şeyi çok yolunda ve berrak görüyor. Belki de tıpkı dalgaların uzaktan bakıldığında beyaz görünmesi gibi ama herhangi bir hayatın içine dahil olduğumuz andan itibaren birçok şeyin göründüğünden daha fazlası olduğunu fark edebiliriz. Denizde sayısız balık ve dünyada birçok insan var.
Her birimiz farklı şeylerin peşinde bir şeyler bulabilmek için koşuyoruz. Belki koştuğumuz yolun sonunda aydınlık bir son var ya da yok. Bunu denemeden bilemeyiz. İçimizdeki tutkuyu, parıltıyı bulup adım atmak bizi hayatta tutan en değerli şeylerden biri. Biz de hayatımızda bizi parlatacak o ışığı bulacağımızı hissettiğimizde peşinden koşalım çünkü o ışık bizi belki de varmak istediğimiz yere ulaştıracak. Bu yazımızda üzerine konuştuğumuz sevgili Hang Kang, umarız sizlere de ilham olmuştur.
Meryem DAĞ & Nazlıcan GÜVENOĞLU